18 Eylül 2022 Pazar

ölüm var


 hayatımın ciddi bir kısmı: "bir daha mı gelicez dünyaya" ve "ölüm var, yiyelim, içelim, alalım" arasında geçiyor. her akşam 8 civarı, ertesi gün kesinlikle sağlıklı beslenmeye yeminler ediyorum, sabah starbucks kahvesi eşliğinde yeminimi bozuyorum. başka akşam sosyalleşmişim, arkadaşlarla yemekler, muhabbetler, eve gelip yine yeminler ediyorum, sabaha salatayla başlayacağım diye. sonra kendimi poğaça kemirirken buluyorum. gün boyunca 2 kilo çikolata yedikten sonra akşam saatlerinde kusma noktasına gelince, başlıyor yine sözler, "yarın şekeri kat-tii-yen bırakıyorum, böyle olur mu canım, yeter artık beni kesseler, kanım çikolata akacak, hep kendime yapıyorum, insan bedenine bunu yapmamalı" diye... sonra sabah bir kalkıyorum; dünden kalmış yarımın yarısı çikolata, kabına sarılmış şekilde buzdolabı kapağında bana bakıyor. "at beni ağzına, bak nasıl harika başlayacak sabahın, zaten küçücüğüm ben, ne yapabilirim ki sana?" diyor. 

böyle böyle günler geçiyor, haftalar geçiyor...  ben gramlarca, kilolarca daha ağırlık yüklüyorum bedenime. kıyafetlerim daralıyor, aynadaki görüntüm mutsuz etmeye başlıyor, alerjim ağırlaşıyor... 

ama yine de olmuyor...  

o kadar koşmanın sonucunda asla bir yere varmayan hamster gibi ne verdiğim sözler, ne ettiğim yeminler bir yere götürmüyor beni. her gün kendime "yiyerek" ihanet ediyorum, kendime karşı bir saygınlığım kalmadı artık, inanmıyorum kendime. daha sözü verirken bile içimdeki ben, onu tutmayacağımı biliyor. bunun ne müthiş bir kara delik olduğunu anlatamam. 

sürekli bir şey olacak, kocaman bir şey, israfil'in boru üflemesi kadar büyük bir şey, o zaman aklım başıma gelecek gibi geliyor. küçük şeylerden ders çıkarmak gibi bir durumum yok. dünya kadar büyük bir şey bekliyorum. ee haliyle de gelmiyor.

kendime mazeretlerim sonsuz; tatildeyim, üzgünüm, mutluyum, kutlayalım, canım sıkkın, neler atlattık, ucuz kurtardık, evde yemek yok, yolumun üstü, yarın başlarım, hazır değilim, ay sonu olsun, ay başı olsun, pazartesi olsun, yüzme işi başlasın beraber yaparım, alışveriş yapayım sonra başlarım, evde domates yok, domatesin suyunu sıkacak alet yok, misafir var, kayseri seyahati sonrası başlarım, diyet öncesi son yemekler bunlar... 

15 senedir profesyonel şişmanım artık... profesyonel bir mazeret bulucuyum... profesyonel bir söz tutmayanım... 15 senedir 'kendi bedenine göre ama alaturka olmayan kıyafetler bulma' uzmanıyım... profesyonel bir şikayet etmeciyim... 

bu yazıyı alexandrapolis'ten, bir otelin havuz kenarından yazıyorum, artık bir şeyleri bırakarak gitmeye karar verdim. misal ajandama notlar alıp, aralıklı oruç app'leri indirmeyi de bırakıyorum. aşağıya 5 şey yazıyorum. onları hayatımdan çıkarıyorum:

- tüm m & m'ler

- tüm kinderler

- patatesli börek

- su böreği

- toblerone

(et, tavuk ve jelibonu etik nedenlerle daha önce bırakmıştım) 

bir de böyle deneyelim :)

2 Temmuz 2022 Cumartesi

92,2 kiloya nasıl geldim?



bu sorunun tek bir cevabı var. yedim... güzel yedim. hiç sakınmadım boğazımdan, ne varsa yedim.

bir sağlık sorunum yok, çocuk doğurmadım, ilaçlar kilo aldırmadı... yıllar içinde birer ikişer üçer kilolar bedenime geldi, yerleşti, ben onlara alıştım, onlar bana alıştı, gitmediler, göndermedim, bir parçam haline geldiler. memelerim, popom, kollarım, yanaklarım, bileklerim, gözlerim bile kilo aldı. durduramadım... 

sabah başlayıp, öğle saatlerinde bozduğum diyetlerin, spora başlama hikayelerimin ve kendime verdiğim sözlerin sonu gelmedi. toplu spor yapamayacağım için özel spor hocasıyla çalıştım, benim ilerleyemeyişimden olsa gerek; bir gün mesajla ayrıldı benden. 33 gün ağzıma şeker koymadım, tartıda hediyemi alacağımı düşünürken, giden kilo miktarıyla sarsıldım, 400 gram! insaf! adam mı öldürdük? hiç olmazsa 5 kiloyu hak ediyordum... hayatımın 40 seneden fazlasını düzenli şeker tüketerek geçirdim, çikolatayla arama mesafe koyduğumda bunun sevgiliden ayrılmak ya da eroini bırakmak kadar zor olduğunun bilinmesi gerekirdi diye düşünüyorum. karşılığı 400 gram olmamalıydı... 

spor hocam beni terk edince, evde yaparım dedim, ne de olsa git gel öğrendim bir takım hareketler. mata bir yattım, gram hatırlamıyorum. açtım youtube'dan bir şeyler, izleyerek yaptım, 1.5 gün sonra sıkılıp, bıraktım. 

ip atlama videolarından çok etkilenip, dünya paraya londra'dan atlama ipi sipariş ettim. bim'den alacak halim yok, motivasyon olsun diye taaa ingiltere'den getirttim... 40 kiloluk, süper fit kadınların yaptığı kısmını es geçmişim heralde, 2 kere atlayıp, dalağımı şişirdim, ipi de kapının koluna astım. hay bim kunduz! 

şişkoların çevrelerini suçlama huyu vardır, ben de arabamı suçladım ve hesaplarıma göre onu aldığımdan beri 20 kilo aldığımdan, kendisini gözden çıkardım ve sattım. şimdi kan ter gözyaşı içinde halkımla beraber gidip geliyorum kamu taşıtlarında. ama olsun, her gün 10 bin adım atıyorum bir şekilde. bu da mı gol değil?

araba parasını ne yapayım ne yapayım diye düşünürken, havuza yazılmaya karar verdim. kamu taşıtlarıyla gidişin ızdırap olduğu, süper kokoş bir havuz seçerek kendime eziyet ediyorum şimdilerde. kadın erkek kimsenin 60 kiloyu aşmadığından emin olduğum, kaslı kolları ve yanık tenleri ve fosforlu taytlarıyla arzı endam eden bir grubun içinde deniz anası gibi şezlonga yayılıyor, bone ve deniz gözlüğümle kimsenin beni tanımaması için dua ediyorum. ıslak mayo ve havluyu nasıl taşıyacağımı, havuzda 5 turu nefesim kesilmeden nasıl atacağımı henüz bulamadım. bakalım, kısmet... 

kendime ancak 10 kilo verirsem güzel olabilen, bütçemi çokça aşan kıyafetler aldım. onları giymek için ölüyorum. üstüne, altına kombinler yapıyorum kafamda. hayallerimde çok şıkım. "ulan belki bu halimle de olur" diye, zorla giymeye çalıştım birini, sonu terzide bitti. çok yakın arkadaşımın söylediği bir şeyi hiç unutmuyorum: şişmanlık alaturka giyinmektir demişti, çok doğru. bol, nenem gibi giyinirsin şişmansan. anca ayakkabı, çanta, gözlük, küpede biraz marjinal takılabilirsin.

aralıklı oruç dedikleri 16-8 döngüsüne gireyim dedim, sosyal hayatım izin vermedi. arkadaşlarımla buluştuğumda onların yiyip içtiği benimse çay içtiğim buluşmalar sinirimi bozdu.

senelerdir günlük yazarım, açıp baktım, çoğunda kilolarımdan ve kendimden ne kadar mutsuz olduğumdan bahsetmişim. bu kadar dertli olduğumu ancak kendimi okuyunca fark ettim. bu kilo verme işine gerçekten gönül mü verdim, yoksa yine kendimi mi kandırıyorum, ben de çok merak ediyorum.

sabahları bel, ayak, bacak ağrıları ile kalkıyorum artık. 45 yaşında, 60 yaşında hasta teyzeler gibi hissediyorum. çok belli ki beden artık "bunu taşıyamıyorum" diyor. salondaki sarı koltuk kollarını açmış, beni çağırıyor, gidersem içine çekip kalkmama izin vermiyor.

bakalım bu yeni ve bitmez tükenmez kilo verme maceramda beni neler bekliyor...